8 Mart demek ABD’nin New York kentinde, ağır çalışma koşullarını protesto etmek ve daha iyi çalışma koşulları talebiyle greve giden emekçi kadınlar demektir Bu kadınların grev sırasında çıkan arbede ve yangın sonrası fabrikaya kilitlenerek 129 emekçi kadının hayatını kaybetmesi demektir. Yaşanan bu katliamın ardından cenazelere on binlerce insan katılmış ve tüm dünyada eşitlik taleplerinin yükseldiği, haksızlık ve eşitsizlik karşısında sesiz çığlık atan tüm dünya kadınlarının eş zamanlı haykırışını sembolize eden bir tarih olmuştur artık.
Almanya Sosyal Demokrat Partisi önderlerinden Clara Zetkin’nin 1910 senesinde katıldığı bir konferansta, “8 Mart’ın Dünya Kadınlar günü olarak anılmasını” önermesi ve Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun yıllar sonra 16 Aralık 1977 tarihinde 8 Mart’ı “Dünya Kadınlar Günü” olarak anılmasını kabul etmişi ile resmiyetteki yerini almıştır.
8 Mart çalışan kadınların “hak mücadelesinin” sonucu olarak ortaya çıkmış bir kazanımdır. Hayatın her alanında eşit haklara sahip olması gereken kadınlara, 1930 yılından 1934 yılına kadar yapılan birçok yasal değişiklikle, seçme ve seçilme hakkı tanınması ile aslında sosyal ve siyasal hayata katılımın sadece önü açılmıştır. Ülkemizde kadınların siyasal ve sosyal hayata katılımı hukuksal olarak ilklerden olsa da, muasır medeniyet olarak değerlendirdiğimiz batı toplumları düzeyinin çok ama çok gerisindedir.
İnsanlığın bir kadından çoğaldığını, çocuğun ilk öğretmeninin bir anne olduğu düşünüldüğünde bir toplumda kadına verilen değer ile toplumsal, bilimsel, psikolojik ve kültürel düzey ve ilerlemenin de medeniyetle paralellik arz edeceğini söylemek abartı olmaz.
Kadınların toplumun veya insanlığın yarısı olduğu, ailenin ve yaşamın ana kurucusu olduğu gerçeği, sosyal ve siyasal hayatta, iş dünyasında, evde, atölyelerde, fabrikalarda, eğitim ve öğretimde, sanatta kadın haklarının ‘etkin’ ve yasal güvenceye bağlanmasını gerekli kılmaktadır.
Dünyada ve ülkemizde kadınların çalışma yaşamına katılımının artması, kadınların üst düzey yönetim ve üst düzey siyasi kademelerinde yar alması olumlu olmakla beraber iş yaşamına katılımda olması gereken yer ve düzeyin çok altındadır. Kadının iş yaşamına katılımının önündeki engellerin kaldırılması (cam tavan etkisi) ve pozitif ayrımcılık yapılarak desteklenmesi, yasaların güvenceye aldığı kreş ve diğer sağlanan hakların hayata geçmesi ilgili kurumlarca, etkin denetiminin sağlanması ile mümkündür.
TÜİK verilerine göre Türkiye’de erkek istihdam oranı yüzde 65, kadınlarda ise bu oran yüzde 28 seviyelerindedir. Türkiye’de her 100 kadından yalnızca 28’i iş hayatında aktif olarak çalışıyor görünmektedir. Avrupa Birliği ülkelerinde ise her 100 kadından 60’ı çalışmaktadır. Yine ülkemiz verilerine göre kadın girişimcilerin ve parlamentodaki kadın siyasilerin oranı, Dünya ortalamasının çok altında 126. Sıralardadır.
Kadınlara fırsat eşitliğinin tanınması, aile içi rolün, iş hayatında ve sosyal hayattaki rollerinin dengelenmesi, toplumda bu konuda farkındalık ve bilinç oluşturulması, ‘kadının insan haklarının gözetilerek, demokrasinin geliştirilmesi, birey ve grup özgürlüklerinin artırılması güvenceye bağlanması, hukukun üstünlüğünün sağlanması ve barış içinde bir toplum yaratılması için çaba gösterilmelidir.
Bilgi çağında, internetin teknolojinin mesafeleri ortadan kaldırdığı, bilgiye erişimin kolaylaştığı, üretenin ve ürünün üretenden ‘bağımsız bir değere’ dönüştüğü bu çağın kadından ve kadın emeğinden bağımsız düşünülmesi mümkün değildir.
Bugün hayatın pek çok alanında, yaşamı kolaylaştıran teknolojik alt yapıların icatlarında, adını tarihe yazdırmış, bir çok deha kadından bahsedebiliriz bunlardan birkaç tanesine örnek vermek gerekirse.
Amerikalı fizik kuramcısı olan Dr. Shirley Ann Jackson’ın (1970 li yıllarda yaptığı araştırmalar ile Tuşlu telefon, fiber optik kabloları, arayan kimliği ve çağrı bekletme teknolojisinin geliştirilmesini sağladı.) Amiral Dr. Grace Murray Hopper (bilgisayarın ilk programcılarından biri.) Josephine Cochrane (kendi adını taşıyan Bulaşık makinesini icat etti) Ve devamını günümüz iş dünyasının çalışma yaşamına ve bilime yön veren kadınlar olarak da sayabiliriz. Dolayısıyla eşit fırsat yaratıldığın da ve desteklendiğinde, kadınların dünyada katma değerli pek çok işletmeleri kurup yönetebilecekleri fikrini fazlası ile önemsemek gerekmektedir.
İnanıyorum ki bugün dünyayı yönetenlerin çoğunluğu kadınlar olsaydı eğer… Doğa kirliliğinden, savaşlardan yoksulluktan ve şiddetten bahsetmiyor olurduk.
Bu durumda, yaşamı yeniden kurmanın ve güzelleştirmenin temel anahtarının her alanda kadının varlığından ve “emeğinden” geçtiğini, eşit şart ve koşullarda eşit işe eşit ücret ile “Erkek ile kadının dayanışmasının” müreffeh ve huzur içinde güzel bir hayatı beraberinde getireceğini düşünmek ve kabul etmek gerekir
Kadınların yönettiği bir dünyada, yaşamın güzelleşeceği fikrine kim karşı çıkabilir ki?
“8 Mart emekçi kadınlar günümüz kutlu olsun…”